1964 yılında Bitlis’in Tatvan ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğreniminin ardından aile mesleği olan inşaat sektöründe çalışmaya başladı.
Çocuktum, daha büyümemiştim. Ama hep büyük olmayı isterdim, hemencecik onlarca yaşı atlamayı. Nerden bilirdim yaşlandıkça, o yaşlara, o günlere dönmek isteyeceğimi. Küçük bir çocuktum, bedenim de yüreğim de küçücüktü. Ancak düşlerim vardı. Cüssemden ve yüreğimden çok daha büyük, hiçbir yere sığdıramadığım düşlerim…
Nel'de (Koyunpınar köyü) idim. Dostum Yahya ile Köyün girişindeki tepeye çıkar, Tatvan ve Hizan istikametinden gelen arabaları izlerdik. Hasretle bakardım o arabalara. Acaba benim de olacak mı bir gün diye. Bazen saatlerce geçmezlerdi. Malum, araba sayısı çok azdı o zaman. Ama yine beklerdim. Bir umutla, çocukluk düşleri kurarak geçmelerini beklerdim. Sonra Tatvan. Van Denizi, Nemrut, yemyeşil tepeler, dağlar...
Var mıdır daha güzeli dünyada bilmem. Benim için dünyanın en güzelidir. Hani çok güzel bir kız görüldüğünde, bakılmaya kıyılmaz denir ya, işte Tatvan benim için öyledir. Her gidişimde ayrı bir heyecan duyarım. Yolda iken bir an önce görmek için sabırsızlanırım, Tatvan'ı ve denizini. Sanayi sitesinin ordan görünür ilk, o eşsiz deniz manzarası. İçimi ferahlatır, içim huzur dolar. Bir oh çekerim. Ama bu bir sitem veya kederden dolayı çekilen oh değil, bir rahatlamanın ifadesidir.
Çok değer verdiğim, büyük ve ünlü Vanlı romancımız Yaşar Kemal'in deyimiyle: 'Dünyada hiçbir göl, hiçbir deniz, hiçbir su Van Gölü'nün maviliğinde olamaz. Deli eden bir mavilik.' Evet gerçekten deli eden bir mavilik. Benim gördüğüm ilk mavilik. Bundan büyük su var mıdır diye sorardım hep. Alır götürür insanı uzaklara. O engin mavilik halen alır götürür beni. Çocukluğuma, düşlerime, o en güzel günlerime… Çocuktum, bir an önce okula başlamak isterdim. Büyümek, adam olmak… Başladım ve ilkokulu bitirdim. Dahasını da istedim. Olmadı. Allah nur içerisinde yatırsın, merhum babam izin vermedi. Neden diye sorduğumda, babam: 'okuyup komünist mi olacaksınız', diye cevap verdi. O zamanlar aklımız ermezdi. Her okuyanın komünist olacağına inanmıştık. Mecbur, boynumuz kıldan inceydi ve eğdik boynumuzu. İlk hayal kırıklığımı yaşamıştım. O kurduğum düşler var ya, işte onlardan biri olmayacaktı artık. Ortaokul öğrencilerinin taktığı kravatları takamayacaktım. Okuyamadım, ama gider özlemle izlerdim okula gidenleri. O sabah serinliğinde derse yetişmek için koşturmalarını seyrederdim, cıvıltılarına kulak kabartırdım. İşte o zamanlar, ilk hayal kırıklığımı yaşadığım o zamanlar, bir karar verdim.
Çalışacaktım ve çok başarılı bir iş adamı olacaktım. Öyle biri olduğum zaman düşleri yarım kalmasın diye çocuklara destek olacaktım. Ben yaşayamadım, eksik kaldım. Onlar bundan mahrum kalmasın diye koyuldum yola. Şurada bir parantez açmak durumundayım. Babamın aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Okutmadı, ama, bugün bir yerdeysem, memlekete, insanıma bir faydam olmuşsa, onun sayesindedir. Allah mekanını cennet etsin. 76 Sonra ilk iş deneyimim başladı.
Annemin hazırladığı kekleri ve 'Eskimoları' (oraletli buz) Tatvan maçlarında ve fuarda satma günleri… Kardeşim Medeni ile giderdik. Kekler ve Eskimolar bittiğinde, hani, Züğürt Ağa filminde Şener Şen çiğköfteyi bitirdikten sonra elindeki metal tepsiyi çalar oynardı ya. İşte biz de her şeyi satıp bitirmenin mutluluğuyla çalar oynardık. Tabi bazen satamadığımız da olurdu. Bazen de bizden büyük çocukların hışmına uğrardık. Bir seferinde o çocuklar, şimdinin iyi dostları olan çocuklar, elimizdeki tüm eşyayı alıp bizi bir güzel dövmüşlerdi.
Eşyayı kaptırmanın acısı, dayak yemenin, yara, bere, toz içinde kalmanın acısından daha büyüktü. Kabul etmese de o da vardı o çocukların arasında. Evet, sen de vardın sevgili dostum Şeref, oradaydın. Halen bana bir tepsi eşya borçlusun! Annem, namı diyar Kamile Nene. Nur içinde yatsın, Allah mekanını cennet etsin… Boş tepsi ile eve döndüğümüzde, büyük bir aferin çeker, öperdi yanaklarımızdan. Hemen bir sonraki günün eşyasını hazırlamaya koyulurdu. Bize de oyun oynamak kalırdı. Annem, güzel insan, Kamile Nene… Hiçbir şey yerini dolduramadı. Bir yanım hep eksik kaldı. Duaların beni hep ayakta tutardı. Ama üzülme, şimdi başka annelerin duasıyla ayakta durabiliyorum. Sağ olsunlar, esirgemiyor dualarını Bitlis'in vefalı anaları… Daha sonra çaycılık başladı… Çay bardaklarını toplamadan kapatmazdım dükkanı. Hatta çay bardağı kalıp kapanan dükkanları açtırırdım. 'Ne var, kaçacak mıyız diye sitem edenlere', benim işim bu, hesabı benden soruluyor derdim. İş hayatında disiplinli çalışmanın faydalarını hep gördüm. Tavsiye ederim. Mesleğe atıldım. Yani inşaatçılığa. İlk inşaat işçiliğim emlak bankası lojmanları işiydi. Görevim, eğrilen çivileri, yeniden kullanılmak üzere, çekiç ile düzeltmek. Eh, çekirdekten yetişmek böyle bir şey. En alt kademeden başlıyorsun. Çalıştığım ilk iş yeri, şimdi iş merkezim, büromun olduğu Pekhan İş Merkezi oldu. Kimin bu bina, ne büyük bir bina derdim. Benim de olacak mı bundan diye sorardım kendime. Oldu. Hayal ettim, çalıştım ve oldu. Daha sonra abim Hüsamettin ve babamın birlikte yaptığı yol işinde çalışmaya başladım. Babam sabah ezanında, hadi kalkın, akşam olacak, siz halen uyuyorsunuz diye uyandırırdı.
Akşam karanlığı çöktüğünde de daha sabahın körü çalışın derdi. Hatta bir keresinde bir ustamız: 'Hacı amca, senin vakitlerin ya sabah ya da akşam oluyor, sen de öğle ve ikindi hiç yok mu?', diye sormuştu… Yoktu, iyi ki de yoktu. Daha sonraları anladım faydasını. Artık kendi işimi açma zamanı gelmişti. Enver, çok iyi dost, güzel adam… Pekhan İnşaatı onunla kurdum. İlk işlerimizde her şey bizdik. Çalışan da, amele de, usta da, bekçi de, muhasebeci de… Eve gitmez, haftada bir banyo bile yapamazdık. Yemeğe çok düşkün dostum Enver'den güzel bir yemeği bile esirgerdim. Hak edişi almış, elimizde bir tomar para ile yürürken, Enver: 'Zeki ne olur güzel bir yemek yiyelim', dedi. Ben de, iyi diyorsun da para nerde dedim. 'Elinde', deyince, dur, borçlarımız var, onlar ödenmeden olmaz, dedim. Yedirmedim. İnsanların hakkını ödemeden, parayı kullanmak büyük vebaldir. Buna inandım, halen inanıyorum. Enver'e güzel bir yemek yedirmemek pahasına…
Kalite, güven ve dürüstlükle yol aldım, almaya devam ediyorum… Bir yanım eksik kaldı. Okuyamamak. Şimdi onu gidermek için lise diplomamı aldım. Üniversite'ye girmek için de çalışacağım. Zamanında olmadı. Olsun, okumanın yaşı yoktur. Ama yine de zamanında okuyamadığım için hayallerim yarım kaldı. Bunun için burdayım, BETAV'dayım. Çocuklarımızın okuma hayalleri gerçekleşsin diye, her hangi bir sebeple eğitimleri yarım kalmasın diye BETAV'dayım. 25. Senemiz geride kaldı. Hayalimiz 100. Yıla ulaşmak. 100. yıl hayalini gerçekleştirmek için emin adımlarla yürüyoruz. Allah bu işe katkı sunanların tamamından razı olsun.
Peygamber Efendimiz, 'Alimin mürekkebi, şehidin kanından üstündür' diye, buyurur. Yani, bilgi, ilim her şeyin üstündedir diyor, Efendimiz. Buna destek olmak da en büyük hayırlardan biridir. Allah bizi bu hayırlı işten mahrum etmesin. BETAV'ın 100. Yılını bizden sonra gelen nesillere nasip etsin. Ben, kendi hikayemi kısaca anlatmaya çalıştım. Çocukluğumu, gerçekleşen, gerçekleşemeyen düşlerimi, biraz da tavsiyelerde bulunarak ve örnekler vererek anlatmaya çalıştım. BETAV'da bulunan bir çok hemşerimin de, eminim ki benzer hikayeleri vardır.
Ben istiyorum ki, çocukların, gençlerin umutları kırılmasın, yüzleri hep gülsün. Bunun için BETAV gibi kurumlar daim olsun… (24 Mayıs 2014)