5000 yıllık bir tarihe, kültüre ve medeniyete sahip olan Bitlis; büyük devlet adamlarının, siyasetçilerinin, ilim ve tasavvuf adamlarının yetiştiği bir şehirdir. Öyle bir şehir ki, şairlere ilham olmuş, İsfahan’a denk tutulmuştur. Büyük siyasetçi, devlet adamı ve tasavvufçu Müştak Baba bir şiirinde:
Seyreyle Dideban’a,
Ser çekmiş asumana.
Taa-n eyler İsfahan’a,
Kuhsar-ı şehri Bitlis,
demekten kendini alamamıştır.
Geçmişi şanla, şerefle dolu, zamanında 6 adet üniversite ve sayısız ilim adamına sahip olan Bitlis, 1916 yılında yaşanan ve tarihlere “bir medeniyetin yokedilişi” olarak geçen Rus işgaliyle yıkılıp gitmiştir. Öyle bir yıkım ki, 13 Kasım 1916 tarihinde ilimizi ziyaret eden Gazi Mustafa Kemal, şehri gezdikten sonra “acaba Pompeus’a mı geldim?” demekten kendisini alamamıştır. Yine işgalden sonra Bitlis’e vali olarak atanan Mazhar Müfit Kansu: “Öyle bir şehire vali olarak atandım ki, geçmişi mamur, Osmanlının nimetlerinden fazlasıyla faydalanmış bir şehirdi. Savaş her şeyi alıp götürmüş. Bir araya gelmiş 3-5 kişi bulamıyacağınız gibi, ayakta kalmış sağlam bir bina da bulamazdınız. İnsanları aç ve sefalet içine düşmüştü. Bu açlar ordusuna biz de katıldık. Ekmek olarak yediğimiz gılgıldan yapılmış ekmek, yanında katık olarak da yediğimiz dağda kendiliğinden biten kenger adı verilen dikenli bir bitkiydi.”
1912 yılında başlayan Balkan Harbi’nden Osmanlı Devleti yenik ve yorgun çıkmıştı. Daha Balkan Harbi’nin acıları sarılmadan bir oldu bittiyle kendimizi Birinci Dünya Harbi’nin içinde bulduk. Fransız donanmalarından kaçan Almanların Goben ve Breslav zırhlıları Boğaz’dan içeri girerek Osmanlı Devleti’ne sığındı. Osmanlı Devleti’ne sığınan bu zırhlılar, direklerine Türk bayrağı çekerek Karadeniz’e açılmış ve Rusların Sivastopul ile Odesa limanlarını bombalamıştır. Bu olaydan sonra Anadolu topraklarında gözü olan ve Anadolu’ya işgal etmek için bahane arayan Çarlık Rusya, Osmanlı Devleti’ne harp ilan etmiştir. Çarlık Rusyası’nın ta Deli Petro’dan beri Anadolu toprakları üzerinde beslediği emelleri vardır. Bu emeller; Çarlık Rusya zamanında ne idiyse Komünist dönemde de aynıydı. Şimdi de değişmemiştir. Deli Petro’nun; Dünyaya hakim olmak için Boğazlar’ın, sıcak denizlerdeki petrol yataklarına sahip olabilmek için de Doğu Anadolu geçitlerinin mutlaka işgal edilmesi vasiyeti üzerine Rus orduları Anadolu topraklarına saldırdılar.
İlk iş olarak Kafkasya’da bulunan Rus Orduları Başkomutanlığı’na General Yudenich atandı. Türk milletinin daha önce Balkan Harbi’nde, Çanakkale’de, Bingazi ve Trablusgarp’da savaşması nedeniyle asker ve cephane bakımından oldukça yetersiz kalmıştı. Bu durumu fırsat bilen General Yudenich, Kafkasya’da bulunan 4 ncü Rus Kafkas Kolordusu’nu Anadolu topraklarına gönderdi.
Çarlık Rusyası’nın Kasım 1914 tarihinde Osmanlı Devleti’ne harp ilan etmesi üzerine Osmanlı Devleti genel seferberlik ilan ederek halkı silah altına çağırdı. Bitlis’de eli silah tutan herkes, bu çağrıya iştirak ederek Mahallebaşı’ndaki Askerlik Şubesi’nin önünde toplandı. Bitlis’de toplanan bu asker yır alay teşkil etmiş ve Allah-ü Ekber dağlarında düşmana kurşun sıkmadan bir gecede şehit düşen 80.000 Türk askerinin bir alayını Bitlis’in çocukları oluşturuyordu. Önünü boş gören Rus Orduları ve ona destek veren Ermeni İntikam Taburları 20 Şubat’ta Muş ve Tatvan’ı işgal ettikten sonra toplam 16.000 kişi ve 12 topla Bitlis boğazındaki Bahşah mevkiine gelip dayanmıştır. Bu düşman gücüne karşı Bitlis’i; Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki birliklerle Said Nursi, Muhammed Diyauddin ve Mutki Aşiret Reisi Hacı Musa Bey komutasındaki toplam 1.400 kişilik bir güç ve 18 top savunuyordu. 1915 Temmuz ortalarında Rusların Bitlis sınırına kadar gelmeleri üzerine halkın çoğu göç etmiş ve büyük bir kısmı geri dönmemişti.
Günlerce Bitlis boğazını aşmayı deneyen General Abasiyef komutasındaki Rus birlikleri şehire giremeyeceklerini anlayınca, bir hileye başvurdular. Beyaz elbiseler giymiş Ermeni ve Rus askerleri gece karanlığından faydalanarak Güzeldere yaylasından Dideban dağına çıkmış ve orada istirahatte bulunan 16 Türk askerini şehit etmiştir. Bu askerler Dideban dağındaki gözetleme kulesinden, Rusların hareketlerini şehirdeki asker ve halka ateş yakarak duyurmaktaydı. Rusların bu askerleri öldürmesiyle şehire haber verecek kimse kalmadığından 3 Mart 1916 tarihinde sabah saat 5.30’da şehir Ruslar tarafından kolayca ve direnişle karşılaşmadan işgal edildi.
Bu işgal üzerine 40.000 nüfuslu Bitlis halkının büyük bir çoğunluğu göçe başladı. Yerde 6 metreye yakın karın bulunması yanısıra sürekli olarak da kar yağışı devam ediyordu. Henüz güneş yüzü görmemiş kızlar, genç gelinler, yaşlı, çocuk, kadın, erkek olarak Bitlis halkı güneye doğru göçe başlamıştır. Halk, yanlarında götürdüğü körpe çocukları taşıyamayınca 1 ila 5 yaş arasındaki bütün çocukları köprü altlarına bırakarak kaçıyordu. Sadece Deliklitaş’tan Duhan deresine kadar bırakılan körpe çocukların sayısı 1000’i aşmıştı.
Ruslar’ın Bitlis’i işgal ettiğini gören Ermeni Generali Antranik Komutasındaki Ermeni İntikam Taburları hızla şehre dağılmış, rastladıkları Müslümanları çocuk, kadın, kız, erkek, genç, ihtiyar ayırımı yapmadan katletmişlerdir. O günleri yaşayan ve şimdi hakkın rahmetine kavuşmuş olan Bitlis’in Zeydan mahallesinden Faris Sürüm ismindeki bir gazimiz şunları anlatmaktadır : “Bitlis’in kurtulmasına az bir süre kalmıştı. Sürekli olarak çarpışıyorduk. Ruslar ve Ermeniler şehirde rastladıkları herkesi öldürüyorlardı. Mermutlu mahallesinde Sütlü Bulağ’ın yanında 2 katlı bir ev vardı. Müslümanlar korkularından oraya sığınmışlardı. O vahşi Ermeniler, oradaki korumasız insanların hepsini kestiler. Kesin sayılarını bilmiyorum ama, kesilen Müslümanlar o kadar çoktu ki, kapının eşiğinden sürekli kanlar akıyordu. Alt katta cesetleri bırakacak yer kalmadığından, cesetleri üst kata taşımışlardı.”
Bitlis’in Ruslar’ın eline geçmesi, Türk Genel Kurmayı’nı telaşa sevk etti. Bitlis; Doğu Anadolu’yu Güneydoğu Anadolu’ya bağlayan en önemli geçit yeriydi. Bitlis’in Rusların eline geçmesi demek, Diyarbakır, Halep, Bağdat ve Arabistan yolunun Ruslara açılması demekti. Bu vesileyle Türk Genel Kurmayı acil bir çare bulmak zorundaydı. Çanakkale’de büyük kahramanlıklar göstermiş 2’nci Ordu’nun Doğu Anadolu bölgesine sevk edilmesi kararlaştırıldı. 2’nci Ordu Doğu Anadolu’ya yerleşinceye kadar 2’nci Ordu’ya bağlı olan ve o tarihlerde Edirne’de istirahatte bulunan 16’ncı Kolordu’nun acilen Bitlis ve çevresine sevk edilmesi kararlaştırıldı. Komutanlığına da Anafartalar Kahramanı Gazi Mustafa Kemal atandı.
Generalliğe yükseltilen Albay Mustafa Kemal, önce Pozantı’ya, sonra Mardin’e ve daha sonra da karargâhını kurmuş olduğu Diyarbakır’a geldi. Bu arada 16’ncı Kolordu’ya bağlı 5’inci Türk Piyade Tümeni Bitlis sınırına gelmiş, Kampos dağından Şetek-Şeyh Cuman’a kadar olan bölgede mevzilenmişti.
1916 Nisan ayı içerisinde Mustafa Kemal, yanına Alman Subayı Von Berk’i de alarak Bitlis’e gelmiştir. Bu Alman subayı dönüşte Siirt’te tifusa yakalanmış ve Diyarbakır’da ölmüştür. 5 nci Tümen’in Duhan mevkiine karargâhını kurmuş olduğu mevzileri gezerek talimatlar vermiş, Kampos ve Nabat dağlarına çıkarak düşman askerlerinin savunma hatlarını incelemiştir. Gerek 5’inci Tümen’e ve gerekse Mutki’de bulunan Hafif Süvari Alay Komutanı Hacı Musa Bey’e gerekli talimatları verdikten sonra Siirt’te ve oradan da karargâhını kurmuş olduğu Silvan’a dönmüştür.
Bu arada Rus kuvvetleri ileri taarruzlarını durdurarak savunmaya çekilmişlerdir. Rusların gayesi Bitlis’i alarak Bitlis boğazlarına sahip olmak ve Mujik adı verilen Rus köylülerini Anadolu’ya getirerek Fırat ve Dicle nehri havzasına yerleştirmektir. Yoksa iddia edildiği gibi Rusların gayesi Doğu Anadolu’yu Ermenilere vermek değildir. Ruslar da tıpkı İngiltere ve Fransa gibi Ermenileri maşa olarak kullanıp emellerine ulaşmak istiyorlardı.
Bitlis’in işgali sırasında Ruslara esir düşen Rahmetli Tümgeneral Rüştü Pakdemirli bir hatırasında şöyle demektedir : Bitlis’in Ruslar tarafından işgali sırasında ben Topçu Asteğmen olarak Bitlis’te bulunuyordum. Esir düştüm. Ruslar diğer esirlerle beraber bizleri Başhan’daki bir hana kapattılar. Ermeniler bizleri süngülemek istiyor fakat Ruslar bırakmıyorlardı. Bir süre sonra bir Rus subayı ile konuştum. Onlara “Ermenilere istiklal verip vermeyeceklerini” sorduğumda, Rus subayı çok kızdı. Bana dönerek “Ermenilere istiklal mi? Asırlarca Osmanlının ekmeğini yediler. Sonunda ne oldu? Osmanlının en sıkışık zamanında Osmanlıya ihanet ettiler. Mensup olduğu devlete en nazik zamanda ihanet edenlerin hakkı uşaklıktır” diye bana cevap verdi.
Temmuz sonlarında 2 nci Ordu Komutanı Ahmet îzzet Paşa ve Sivas’ta bulunan 3’üncü Ordu Komutanı Vehip Paşa’dan taarruz emrini alan Mustafa Kemal, 1 Ağustos 1916 tarihinde Bitlis’in Ruslardan geri alınması için taarruz emrini verdi. 1 ve 2 Ağustos tarihinde Türk kuvvetleri fazla bir ilerleme sağlayamadı. 3, 4 ve 5 Ağustos tarihlerinde taarruzu sıklaştıran Türk birlikleri Perhent’e kadar olan bütün bölgeyi Ruslar’dan geri aldı. 6 ve 7 Ağustos tarihlerinde Ruslar’dan 338 esir alınmış ve şehrin girişine kadar olan yerler kurtarılmıştı. 8 Ağustos tarihinde başlayan nihai taarruzla akşam 5’de Bitlis Ruslar’dan tamamen kurtarılmıştır. 5 ay 5 gün düşman işgalinde kalan Bitlis istiklaline kavuşmuştur. Burada hemen şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Bitlis; Birinci Dünya Savaşı’yla beraber işgal edilen vilayetler içinde istiklaline kavuşan ilk şehirdir. Bitlis’in kurtuluşu, aynı zamanda Milli Mücadele’nin ilk kıvılcımı ve ilk zaferi olmuştur. Bitlis’in kurtuluşu, Türk Genel Kurmayı’nda bayram havası içinde karşılanmış, 16 ncı Kolordu Komutanı Gazi Mustafa Kemal, bu zaferinden ötürü Altın Kılıçlı imtiyaz madalyası ile ödüllendirilmiş ve 2’inci Ordu Komutanlığı’na atanmıştır.
Ne yazık ki bu işgal Bitlis’in de sonu olmuştur. Tarih boyunca Anadolu’nun en mamur şehri olan Bitlis, mezalim, yıkım ve sürekli göç hareketleri sonucunda bir daha o eski şanlı günlerine dönememiştir.